2 Şubat 2020 Pazar

Vakti gelmedi mi?

Bu olmamalıklığımızla varacağımız yer, kendimizden çok uzakta sevgili kardeşim.

Nerede biz, nerede ruhumuz? 

Ruhumuza gölgeler uydurup peşlerinden seyiriyoruz. 

Bir kalbimiz vardı, onu özlemle anıyoruz.

Hayat önümüzden geçiyor, adamakıllı bir merhaba diyemiyoruz.

Eksik sorular soruyoruz, eksik cümleler kuruyoruz. Bir şeyi tam yapmaya takatimiz yok. 

Sonra işte... Bakakalıyoruz, donakalıyoruz, şaşakalıyoruz... 

Biz hep kalıyoruz Emrah ama kendimizden başka kalacak bir yerimiz yok.

Vakti gelmedi mi?

Yıllar geçiyor, zamanımız az, yolumuz uzun...


16 Eylül 2019 Pazartesi

Köpük

bizden uzaklardaki Deniz'e, dinsin de durulsun diye

Ve insan bir gün kendiyle karşılaşır Deniz, kendi kaderini izler bir filmi izler gibi, içi içini yiye yiye yüreği sızlaya sızlaya, saçlarını yola yola saçları ağır ağır ağarırken... İnsan bir muammadır Deniz bir gün kendiyle karşılaşır da, herhangi birine bakar gibi bakar ona, kim olduğunun farkında olmadan. insan kendinden korkar Deniz, kaderinden daha çok korkar kendinden, yapamayacaklarından değil yapabileceklerinden korkar. ve insan bir gün kendine gelir Deniz, bir dalganın kıyısına vurduğu gibi, köpük olur Allah'ı bulur, bütün dalgalar tek bir kıyıya vurur. İnsan hangi kıyının dalgasıdır, sesleri dinle kendini dinle duydun mu Deniz? Sana bir keresinde demiştim hani bir gün gelir bütün beklediklerimiz...


Maria Farantouri - To Mystiko


8 Eylül 2019 Pazar

Sakallarım Ağardı


Bir süredir kısır bir döngüyle ümitsizliğin içinde ümide, ümidin içinde ümitsizliğe gark oluyorum. Yine de ümit, bildiğim ama anlayamadığım bir şekilde baskın çıkıyor ve tutunmaya devam ediyorum. Hayır, bir yerlerden düşmüş, düşerken bir şeyleri tutmuş ve asılı halde falan durmuyorum. Sadece insana özgü olan zamana tutunuyorum ve bana çok yavaş geçen zaman, benim için çok hızlı geçiyor. Anlıyor musun Emrah? 

Az önce acayip bir kalabalığın arasında bir tutam nefes alıp -dünyayı, hayır Ankara’yı, hayır sadece kendi içimi dolduracak kadar- nefesi dışarı vermek ve de bir miktar zifir ile katranı ciğerlerime çekmek için kimsenin oturmayacağı bir köşe bulup usulca oturdum ve tüm bunları yaparken çay içip üstüne bir de senin yazdıklarını okudum. Okurken kendi kendime bir miktar tebessüm ettim. Sonra o kimsenin oturmak istemeyeceği yer yer kuş pisliklerinin izleri kalmış betondan sırtımın ağrısı ile kalktığımda herifin bir gelip tam neticemi koyduğum yere heyecanla oturdu. Daha iki adım atmamıştım bile. Sadece birkaç adım miktarı bekleseydi ne olurdu? Bir şey olmazdı, ama beklemedi. Ben de beklemedim ve başka bir kalabalığın arasına çeşitli düzeneklerden ve makinelerden geçerek karıştım. Aslında kimseciklere karışmam bilirsin ama insan istemediği şeyler de yapıyor bazen. 

Şimdi bana söyle Emrah, bu anlattıklarımdan ne çıkar? Hiçbir şey çıkmaz. Belki sadece çok bunalmış, hatta sevinmem gereken şeylere sevinemeyecek kadar bunalmış ve zamanın hep aynı suratiyle benim için akmasını bekliyorumdur. Duyuyor musun Emrah?      

24 Mayıs 2019 Cuma

Yakılmış Kuşak

37 yıl önce Seddam'ın baas ordusu tarafından işgal edilen İran'ın Hürrem-Şehir (Khorramshahr) şehri geri alındı ve bu gün Hürrem-Şehir kurtuluş günü. İran'da ve Irak'ta insanların hayatını mahveden dünyanın anlamsız savaşlarından birisi olan İran-Irak savaşı 8 yıl sürdü...

Yakılmış Kuşak
Söz, müzik:
Kave Yağmayi (Kaveh Yaghmai)


Şarkı sözü çevirisi:
Birisine kaybettiği elleri, ayakları yerine birkaç yıldız verildi
Birisi elleri, ayakları yerine o yıldızları bile alamadı
Birimiz paramparça, birimiz yarım kalmış
Birimiz sipere döndü, arkadaşının kemiklerini bulmaya gitti
Bizim kuşağın başına neler geldi? Söyle
Yağmur gibi yağmaya gelen kuşağımıza
Sessiz bir işaretle aynalardan süzen kuşağımıza
Yeryüzünü gökyüzünde ekmeğe gelen kuşağımıza
Bu günlerde gökyüzünü bile hasarlara kaptıran kuşağımıza
Kameti bu toprakların kalkanı olan o uzun adam
Şimdi gurbetin soğuk topraklarında bir avuç memleket peşinde
Çoğu kişi ayakta gitti, çoğu halkın sırtına bindi
Başkası geceye canını kaptırdı, öteki yıldıza dönüştü

27 Mart 2019 Çarşamba

Şimdi ne yapsak!..

İçimde bilmediğim şekilde bir duygu var kardeşim. Ne yazık ki içimi bir süredir göremiyorum. Görebilsem de etraflıca tarif etsem sana. Güzel bir tarifle anlatsam; mililitrelerle, miligramlarla, çeşit çeşit ölçeklerle söyleyiversem sen de hâlimi gözünün önüne getirsen, bir bir anlasan beni. En azından göz kararı şundan şu kadar, bir tutam da bu diyebilsem. Ama dedim ya bir süredir, galiba uzun bir süredir göremiyorum içimi. O yüzden göz kararı değil, his kararı söyleyeceğim. İçimde her şeyden biraz ama en çok kendime dair hayal kırıklıklarının, olmamış heveslerimin, nice heyecanlarımın, boş yutkunmalarımın, hazin yenilgilerimin, tecrübeyle öğrenilmiş hikmetlerin ve cesaret edemediğim hayallerimin yanı sıra iki hece ve bir gülücükten oluşan bambaşka bir dünyanın, asla öğrenilemeyecek sadece yaşanabilecek sevgi denilen şeyin, hiç bitmeyen bir ümidin, saf bir inanç ve teslimiyetle yüklü çok eksik bir kulluğun ve tüm bunların elimden kayıp gitme düşüncesinin verdiği endişenin olduğu şeklini, ağırlığını, hacmini bilmediğim ama tadını, kokusunu zerre zerre hissettiğim bir duygu var. Üzerimde de otuz iki yılın yorgunluğu var. Benim, şu garip kardeşinin, uzaklara gidip ağlayası var. Ağlayası, ağlayası, hüzün ve neşe dolu yaşlarını sel gibi akıtası var.  

20 Aralık 2018 Perşembe

Afgan Şairi İlyas Alevi'den bir şiir

Allah Vere Üzümler Olgunlaşsa



İlyas alevi
Çeviri: Ayhan Fazlı

Allah vere üzümler olgunlaşsa
Dünya sarhoş olsa
Sokaklar sendelese
Birbirinin sırtını okşa
Cumhurbaşkanları ile dilenciler

Sınırlar mest olsa
Ve Mehmet Ali on yedi yıldan sonra annesini görse
Ve Amine on yedi yıldan sonra çocuğuna dokunsa
Allah vere üzümler olgunlaşsa
Ceyhun en güzel oğullarını yükseltse
Hindukuş kızlarını azadetse
Bir anlık
Tüfekler yırtmayı unutsa
Bıçaklar unutsa kesmeyi
Kalemler ateşi
Ateşkes yazsa

Allah vere dağlar birbirine varsa
Deniz gökyüzünü tırmalasa
Ayını çalsa
Kaplanlarla ceylanlar meyhaneye gitse
Allah vere sarhoşluk eşyalara sızsa
Pencereler duvarları kırsa

Ve sen
Sevgilini sıkı sıkı öptüğünde
Beni de hatırlayasın

Sevdiceğim
Uzak kalan sevdiceğim
Benimle bir kadeh daha iç
Asma üzüm bağlarının şerefine

1 Mart 2018 Perşembe

Kalyi Jag - Oy Ketri Ketri

 (Macar Romanlarının acayip güzellikteki şarkısı)


KETRİ KETRİ 

Jaj, Ketri, Ketri, ale pala mande,
Ketri, Ketri, phir pala mande,
Av tu pale, bes tu tele,
Av tu pala mande.

Kasaviszan, szar e lulugyorri,
Sukár, sukár, cini lulugyorri,
Losál, losál, murro jilo,
Pasa mande t'avesza.

Ketri, Ketri, dukhal murro jilo,
Ketri, Ketri, pharol murro jilo,
Csumidam me tyiro jilo,
Ale pasa mande.

Ketri, Ketri, sukaresz khel mange,
Ketri, Ketri, gilyabar tu mange,
Gilyabar tu taj khel mange,
Ale pala mande!

Ketri, Ketri, mistoj aba mange,
Mistoj aba vi murre jileszke,
Kaj athe szan, pasa mande,
Av tu murri romnyorri!

Tu te khelej, losál murro jilo,
Tu te gilyabarej, pharol murro jilo,
Av tu pale, bes tu tele,
Av tu murri romnyi.

KETRI KETRI (In English)

Ketri, Ketri, come after me,
Ketri, Ketri, live with me,
Come back, sit down here,
Come after me!

You are like a little flower,
Beautiful little flower,
My heart is happy, happy,
Be with me!

Ketri, Ketri, my heart is heavy,
Ketri, Ketri, my heart is breaking,
I will kiss your heart,
Come and sit beside me!

Ketri, Ketri, dance for me,
Ketri, Ketri, sing now for me,
Do sing and dance for me,
Come after me!

Ketri, Ketri, I am already merry,
My heart is also merrier
Because I can see you beside me,
Marry me, be my wife! 

When you dance, my heart is happy,
When you sing, my heart breaks
Come back to me,
Marry me, be my wife!

21 Ocak 2018 Pazar

6 Ocak 2018 Cumartesi

9 Aralık 2016 Cuma

Belki Son Aşk Şiiri

Muhammed Muhtari
(İran/ 1942-1998)
Çeviren Ayhan Fazlı

Burada ya orada kimse durmamış
Dudaklarının neresinden kurtarsın beni
İki nokta hiçbir yerden, yeri değişmiş ancak,
Tedirginliğinde kendini hala sürükleyen uzun gölgemi gören gözlere kadar.

Kuzey mor bir eğridir güneye uzanan
Bulutla martıda bir dalga çözülür
Değişen şey sadece güneş
Dudakların nerde

Gündüzün sesi yüksek
Anack, dünya kısa
Cümlenin bitişine tek bir sözcük kalmış
Ve duydukça, suskunluğumu donatırım
Ve güneş damın kıyısında hala ıslık çalmakta
Arkadaki köprüler yıkılmış
Önde dünyanın külü,  kumlar
Devamlı gurup gölgenin içine yaslanmış
Ve gece dize kadar yükselince tahammülü kısıyor

Dudağın nasıl bir şey ki
Çıplaklık patlaması, suskun çırpınmalarda taşa dönüşür

Kutup havası sanki İran halısını yıpratmış
Hiç bir belirti yok
Bakıyorum
Sadece o sözcük geçseydi
Göz kırpınca katedilirdi yol
Çocuk yaramazlığına dönerdi
Ve kavşakta kollarını boynuna sarardı

Toprak bekliyor, dudakların nerde

5 Mayıs 2016 Perşembe

Bir müzik kutusu

Tahran'a giderken sevdiğim insanların seslerini saklamıştım. Seslerinin tek teli kaybolsun istememiştim. Dört yıl sonra Tahran'dan dönerken kalbimde ne çok şarkı getirdim, içlerinde Tahran'da bıraktığım güzel insanların sesleri duruyor. Hiç birini unutmadım, unutmak istemiyorum. Şarkılara güzel sesleri ve yüzleri eşlik ediyor. Tahran'dan gelen bir müzik kutusunun içindekiler ne güzeldir.

           Sara Naeini - Jane Maryam (Piano: Reza Rohani)


21 Ocak 2016 Perşembe

Bir Toplayıcı, Bir Örücü: Asaf Halet Çelebi

Çizgi: Hasan Aycın

Çelebi, tarih boyunca dünyada olanlara şahit olup dünyanın etrafında dönerken tüm güzelliklerin kendisine yansıdığı ve onları kendi yüzeyinde biriktiren ve biriktire biriktire masallarla, tekerlemelerle, efsanelerle, dinlerle, inançlarla, muhterem zatlarla, şiirlerle, resimlerle, musikilerle ve daha nice güzel şeylerle örülü koca bir yumağına dönüşen aydan bizlere giyebileceğimiz ve bizi ısıtacak yeni ve güzel kazaklar, atkılar, bereler, hırkalar ören ve örerken de masallar anlatan, o masallara kendinden bir şeyler katıp insanları heyecanlandıran bir nine gibidir. Biz bu kazakları giyer, hatırlar ve ısınırız.      

A. H. Ç.


 Gelenek ölülerin canlı inancıdır; gelenekçilik ise canlıların ölü inancı…
                                                                                          Jaroslav Pelikan

Asaf Halet; ölülerin canlı inançlarını arayıp bulmuş, onları hisseden, duyan, gören, onlara nüfuz eden ve anlattıklarıyla ölüleri bile hayrete düşüren, o canlı inançları ve ölülerin hayretlerini alıp dönüştüren ve kendi zamanının içine tekrar bulunsun ve hayrete düşülsün diye bırakan bir garip Çelebi.


Mısrı Kadim-Asaf Halet Çelebi

acaba ot gibi yerden mi bitdim
acaba denizlerde mi şaşırdım
ve zemânı nasıl unutmakdayım

zemân unutulunca mısri kadîm yaşanabiliyor
kendimi unutunca seni yaşayorum
yaşamak
bu ânı yaşamakdır

ammon râ' hotep
             veya tafnit
kim olduğumu bilmek istemiyorum
yalnız etrafında nefes almalıyım

dut bu â'ru ünnek pahper
                        kama pet kama tâ
mısır metinlerinde okuduğum cümleler
seninle okuduklarımsa büsbütün başka şeylerdi

seninle bir bağçedeyiz geliyor bana
orada hem var hem yok gibiyim
daha doğrusu bütün bir bağçe oluyorum
insanlığımdan çıkarak
                                kama pet kama tâ

Beddua-Asaf Halet Çelebi

kendi göklerimden indim
kendi duvarlarıma
konduğum duvarlar yıkılsın 
                                         bahtiyâaar*

havuzlarımda bir kaç damla su içip
ağaçlarımın çiçekli dallarına uçdum
konduğum dallar kurusun 
                                        bahtiyâaar

seni bağçelerimde uyutdum
seni duvarlarımda sakladım
havuzlarıma güneşler vurduğu zeman
gözlerini açıp bana gülerdin
                                        bahtiyâaar
yazık sana verdiğim emeklere


__________

*bahtiyar: Bir masal kahramanı: 
"-Kız! sen buraya nasıl geldin, korkmadın mı? Gel seni benim yattığım tabutlukta saklayayım. Çünkü biraz sonra bir güvercin gelecek, seni görürse öldürür. Bunu üzerine kız delikanlıya dedi ki:-Eğer benimle evlenirsen gelirim. Delikanlı buna razı olarak, parmağındaki yüzüğü ona verdi, kız da yüzüğünü çıkarıp parmağına taktı, artık evlenmişlerdi. Biraz sonra güvercin geldi. Kız tabutluğa girerek orada saklandı. Güvercin gagasında getirdiği yiyeceği delikanlıya verdikten sonra uçup gitti. Bu minval üzre kız bu mezarlıkta delikanlı ile beraber güvercinin getirdiği yiyecekleri yiyerek tam bir sene onunla yaşadı, sonra delikanlıyı konağına yolladı. (...) Bir sabah, güvercin pencereye gelerek seslendi:-Ey Bahtiyar, dokunduğum duvar yıkılsın! Lahzede duvar çatır çatır yıkıldı... Sonra: -Konduğum dallar kurusun! Dedi, konduğu dallar kurudu. Güvercin, sarayın penceresi önündeki ağaçta öte öte çatladı." İran esatirinde bu güvercinin karşılığı Simurg ya da Sireng ve yetiştirdiği çocuğun adı da Zaloğlu Rüstem. [Seyhan Erözçelik, Son Vezir Asaf'ın Şiir Dünyasında Nedircik Yavruları-Bir İpuçlandırma Çalışması]









14 Aralık 2015 Pazartesi

8 Aralık 2015 Salı

İsmet Özel - Yıkılma Sakın


Cezamızın Son Günleri

Böyle bir başlık atıp bunun gerçek olduğuna inanmak isterdim. Şimdilik mümkün değil. Dönünce ülkeme bir şeyleri bıraktığım gibi yerinde bulmak isterdim. Hiç mümkün değil. Bir dergi çıkarmak yetsin isterdim sevdiğimizi alıp götürmeye. Gayri momkene. Tüm bunları isterken 1 Aralık günü öğleden sonra saat ikiyi yedi geçe arkadaki bahçede binaya sırtımı dönmüş sigara içiyordum ve karşımda turunculu, yeşilli renkte kısa dikenli yapraklarıyla bir çam ağacı duruyordu. Bir kuş acayip bir güzellikte ötüyordu ve ben oturup hala sigara içiyordum. Hayır, kuş karşımda duran çam ağacında değildi ben sigara içerken. Zaten daha sonra da hiç konmadı çam ağacına, sigaram bitene kadar bekledim konsun diye, ama bana aldırış etmedi. Yan bahçedeki yapraklarını dökmüş, korkuluk gibi duran kuru ağacın dalına konuvermiş ve süzüle süzüle ötüyordu. Halbuki çam ağacına konsa eksik bir şey kalmayacaktı resimde, bize böyle öğretilmişti. Ben kuşun uçup çam ağacına konmasını beklerken bir sigara daha yaktım. Kuşun acayip güzellikteki ötüşüne kibritin yanma sesi karışınca, kuş birden susup ses kesilince ve şaşkınlıkla dumanı da yutuverince ben, pıtır pıtır öksürdüm. İyi mi diye meraklanıp kuşa çevirince başımı kuşun çam ağacına bakıp öttüğünü fark ettim. Kuş nerede duracağını, karşısına hangi manzarayı alacağını biliyor. Biz bilmiyoruz Emrah. Kupkuru bir ağaçın dalında öten bir resme değil de boş bir çam ağacına bakıp duruyoruz. Bu yüzden cezamız bitmiyor. Son olarak Emrah: "İnsan neden uçurum bekleyen bir ürpertidir"


Selim
8 Aralık 2015, Tahran

Bir İçimiz Daha Yok Deniz

Her biri biricik olan ve yaşarken sadece bir defa denk geldiğimiz görüntüler, sesler, kokular, tatlar ve dokunuşlar gelip içimize dolarlar, bizdeki yansımalarıyla. Tüm duygularımız, düşüncelerimiz, yaşadıklarımız ve onlarla olan her şey... zamanlar, mekanlar, eşyalar, anılar ve insanlar. İçimizde her şeyi tutabiliriz de insanları tutamayız. İçimizdeki insanlar bir yolunu bulup giderler. Orada, içimizde fazla kalamazlar; kendilerine ait olmayan zamanlarda, mekanlarda, o eşyalarla, anılarla ve insanlarla yaşayamazlar. Yabancı oldukları görüntüler, sesler, kokular, tatlar ve dokunuşlar rahatsız eder onları. Zaten kendi içleri de buna izin vermez. Kimsenin bir içi daha yok Deniz. Ben bazı zamanlar içimin bir köşesinde sevdiğim ya da bir zamanlar sevdiğim o insanların suretlerini hayal edip eski bir zamanda yaşıyormuşuz gibi yanımda olduklarını hissediyorum. Bu senin için ve içinin de yasaları var ama kimse kimi hangi anıyla hayal edeceğine karışamaz. Bu yüzden temizliğe başlama, çünkü orada kimse yok. Sadece hayal et ya da güzel olanlarıyla yaşa ve bunu bazı zamanlar yap. Ben öyle yapıyorum. Diğerlerine gelince, zamanlar, mekanlar, eşyalar ve anılar, tüm o görüntüler, sesler, kokular, tatlar ve dokunuşlarla beraber onlar oraya aitler. İstesen de çıkaramazsın. Çünkü gitmezler, gidemezler. Yaşayabilecekleri başka bir yer yok. Deniz'in başka bir içi yok. Kaçarlar, sen gittiler sanırsın ama içinin senin dahi bilmediğin bir köşesinde bekler dururlar. Kovamazsın, temizleyemezsin onları. Yasalar böyle, kalbimizin yasaları. Hem yorarlar seni, daha çok üzülürsün. Yorulmanı ve üzülmeni istemiyorum kardeşim. 

Selim
8 Aralık 2015, Tahran


29 Ekim 2015 Perşembe

Hatıradır

 


Niye yanar bu ocak
Yanıp külü kalacak
Bilmem ki ne olacak
Olanı hatıradır

Niye çıktık yola biz
Delirmiştir bu deniz
Bir adadır sevgimiz
Her yanı hatıradır

Kar yağar narin-narin
Yüzü güler dağların
O yeşil yaprakların
Solanı hatıradır

Gerçektir yoksa yalan?
Gelip geçti ne zaman
Sevginin ömrü bir an
Gerisi hatıradır

 

13 Eylül 2015 Pazar

Derviş Yunus der ki:

Denize ip gerseler
Üstüne ceviz serseler
O ipi devşirserler
Ne hoş olur cumburdusu

Demirden evler yapsalar
Üstüne de çan assalar
Sonra evler yaksalar
Ne hoş olur cangırdısı

Şişeden bina kursalar
Bir hayli vakit dursalar
Sonra sopaylan vursalar
Ne hoş olur şangırdısı

Derviş Yunus söyler bunu
Sakın ipe serme unu
Yakındır dünyanın sonu
Kopacak kıyametdir

Yerden göğe küp yığsalar
Tepesine dek çıksalar
Sonra bir vursalar
Ne hoş olur gümbürdüsü

[Yunus Emre, Divan, Haz. Mustafa Tatcı, s.337, DİB Yayınları, 2012, Ankara]

7 Eylül 2015 Pazartesi

Kahhâr

Allahın isimleri ne güzeldir, Onun isimleri ne yücedir.
Erdal Çakır’ın Esmaü’l Hüsna şiirleri ne güzeldir, nasıl bir Hû çeker o şiirler.
Kelimeler nasıl da bir araya geliyor en güzel biçimleriyle Huzur’a çıkmak için.
Hû’yu okumaya başladıktan sonra gittiğim her yere götürdüm.
Dün gece şehit haberlerini alınca, Kahhar’ı okudum Hû’dan,
Hâl-i beyanım aşağıdadır:

KAHHÂR

Bismillahirrahmanirrahim

şimdi biraz duralım
şimdi biraz sabredelim
şimdi biraz bekleyelim

Allah’ın Kahhâr ismi vardır
O her şeyi zıddı ile kahreden Kahhâr olan Allahtır
Cebbâr, Hâdi’, Kâşif, Mu’aazib, Mübrim,
Mühlik ve Müntekım  isimlerinin tek sahibi Allahtır O
Ona güvenelim
Kâfî Odur, Mümin Odur
Selâm O’dur,  Vekîl Odur
sözünde ve vaadinde doğru olan
sözünü ve vaadini yerine getiren Sâdık Odur
üzülelim çünkü kalbimiz var ama niye telaş ediyoruz
Allah Rabbimizdir
“e lestu birabbikum” buyurduğunda
“belâ, şehidnâ” demedik mi
biz ancak Sana kulluk eder ve Senden medet umarız demedik mi
biz her şeyden Ona sığınırız
çünkü O Halîmdir, Metîndir
O Rahmân ve Rahîmdir

Ya Rabbi
biz kahrından Kahhâr ismine sığınırız
biz her şeyden Sana sığınırız
onlar kime neye sığınacak

Afrika her gün ölüyorken
Türkistan’ın ağzından kan gelirken
Suriyeli bebekler sahile vurduğunda
Rabiatü’l Adeviye’de Esma’nın ölüme yürürkenki tebessümünde
Gazze’de Filistin’in bağrı her delindiğinde
Araplar ve Batı sustuğunda
ve Kürt çocuğu Fırat öldürülünce bazı yüksek sesler birden kesildiğinde
ve Şehit Babalarının metaneti
Şehit Annelerinin feryadını bastırdığında
ellerimizden bir şey gelmediğinde
ve ellerimize yer bulamadığımızda
ellerimiz duaya kalkıyor
yüreğimiz yarılıyor ve Seni yüreğimizde bizi beklerken buluyoruz
onların bir yüreği yok çoktandır yok kesip atmışlar

Seni her yerde buluyoruz da
yüreğimizde bulunca neden birden ısınıyoruz
içimizin ateşini saklı tut

şimdi bize hâlâ ilk günkü gibi buyuruyorsun
Rabbiniz değil miyim?
Evet, Rabbimizsin
Kahhârsın
Vekîlsin
Halîmsin
Metînsin




16 Ağustos 2015 Pazar

Cünun Gölgesi


Ahmet Şamlu - Toprak Ağıtları Kitabından
Çeviren: Ayhan Fazlı

Bu Benim evet benim
Ki böyle acı ağlarım
Ve işbu an
Benim doğuşum
Kırk yıllık bir sancı ardından
Bu kavrulmuş öğlenin tedirginliğinde, senin kucağında
Ki güvendir ve kabuldür
Seviş ve bağıştır
Bu gölgelerin uzadığı ümitsizlik anında
Gece hafif adımlarıyla yaklaşıp dereyi kapsadığında
Keşke elin kabul olmasaydı ve seviş olmasaydı ve bağış olmasaydı
Çünkü bunlar hep hasretin zaferi
Güneş sonsuz seferine yüklendiği zaman
Tüm Basiretlerin geri dönüşüdür
Ve çok geçmez ki
Hepsi bir anıya dönüşecek ve hasrete ve özleme
Bu kafeste okşamandan kuduran bir hayvan var
Kara cübbeli bu yolcunun yavaşça akışından
Hayvanca bir gazapla coşar

Eleni Karaindrou - Theme of the Uprooting (2005)


Müziklerini Eleni Karaindrou'nun yaptığı Theodoros 
Angelopoulos'un 2005 yapımı filmi (The Weeping 
Meadow) Ağlayan Çayır'dan...


2 Ağustos 2015 Pazar

Pencerelere İnan Leyla

Sait Muğanlı'nın "Sağanakta Uyuyan" şiire yazdığı cevap
(Şiirin aslı Azerbaycan Türkçesinde)



Pencerelere inan Leyla
Bırak rahat uyusun kızıl gülleli Hosrô
Pencerelere dayan Leyla
Kolsuz gelecek bıyıklı bir şair sevişmek için
Kapılar açık olsun şairlerin yüzüne
Şiir nazil olacak kan pahasına
 
Gel bu şiire güven Leyla
Kırmızı bir ışık var atların kaşkasında
Kollarında bilezik getiriyor Oktay’cım
Ellerinde kelepçe
Dur bu şiire soyun Leyla
Yaralıdır bu şiir
Ellerini kuşlara borç vermiş
Dudaklarını sokak devrimcilerine
Gömleğinin yakasını aç
Bırak kuşlar fırlasın gülle yerinden
Soyundur bu şiiri
Bu şiire soyun
İnan Kapital eksik kalacak şair konuşursa
Ve o sakallı filozof Âşık Garip’e ağlayacak Manifestolarında
 
Bu şiirin ilham kaynağı sen değilsin ki
Bu şiiri kızılgüllelere yazdım
Mermilerin sıcaklığını ellerin gibi sinemde hissettiğim zaman
Bu şiire Merziye göz kırptı, Seher öpüştü
Daha kalın kitaplara kanma Leyla
Sadece bu şiire inan

Bu şiir gurbet sokaklarında vuruldu
Bu şiir bitmeyecek.

23 Temmuz 2015 Perşembe

Sağanakta Uyuyan

Hosrô Golesorhî  
Çeviri: Ayhan Fazlı

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Hançerle duvar arasında bir el var
Hançerle kalp arasında bir el yok
Merdivenlerden İnerim, ayaksız
Leyla’m her zaman pencerenin önünde yatar
Ve çok iyi bilir
Ben tan ağarırken
Kolsuz geleceğim
Ve pencereyi açama gücü
Bende olmayacak
Umman sahilindeki kumların rengi kaçmaz
Yanık bayırlar rengine dönüşen benim benizimdir
Seni deniz ortasında çaresiz bulunca
Hançerle yürek arasında bir el yok
Uyudun mu?
Uyumadın mı?
Uyanık mısın?
Güneşi şehre götürecek misin?
Onunla
Yağmur ortasında uyuyan sokakları
Ve mesafelerin ıslak sözlerini
Yakacak mısın?
Nehrin her iki tarafı anlasın
Her zaman ateş kül altında yatışmaz.
Üryan kılıç sağanağı altında
Biliyorum, sen dağ eteği arzusundasın
Biliyorum,
Kıyısından gelip pencereyi sabaha doğru açmak istiyorsun
Kara gözlerinin karalığıyla
Şu bahçenin her tarafına yazacağım
Bir el her zaman öteki eli bekler
Ve hiçbir zaman uymayan bir göz var.

11 Temmuz 2015 Cumartesi

18 Mayıs 2015 Pazartesi

Tûtî, Van'da Star2000, Muş'ta Nokta Kırtasiye ve Mina Kitabevi'nde!

9 Mayıs 2015 Cumartesi

1 Mayıs 2015 Cuma

Tûtî'ye bugünden itibaren Eskişehir Adımlar Kitabevi'nden ulaşabilirsiniz.

23 Nisan 2015 Perşembe

Tuti, Fırtına Gibi Döndü!

Tuti hakkında uzun zaman sonra çıkan ilk haber!
[Diriliş Postası Gazetesi, 23 Nisan 2015]
Hayırlı uğurlu olsun.


21 Nisan 2015 Salı

Tûtî 9. sayısıyla tekrar merhaba dedi!

Tûtî Dergisi, 3 yıl aranın ardından  Nisan-Mayıs-Haziran 2015 tarihli 9. sayısıyla yayın hayatına kaldığı yerden devam ediyor. Şiir, hikaye, kurgu röportaj, kitap tefrikası, edebi çeviri, film eleştirisi, tiyatro yazısı, mektup ve günlükler ile modern edebiyata dair yazıların, bölümlerin yer aldığı 224 sayfadan oluşan derginin kapak fotoğrafı ise Selçuk Azmanoğlu'na ait.

Tuti'ye 22 Nisan itibariyle Ankara'daki kitabevlerinden (Birleşik, Turhan, Akçağ, Dost, İmge, Mekan, Fatih vd.) 25 Nisan itibariyle İstanbul'daki kitabevlerinden (Mephisto, Robinson Crusoe 389, İnsan Kitap,  Gergedan, Pandora, Penguen, Nezih vd.) ve bir hafta sonra Eskişehir, Sivas, Trabzon, Maraş, Konya, Bursa, Kütahya, Balıkesir, Sakarya, Çanakkale, Samsun, Edirne, İzmir, Isparta, Kayseri, Adana, Rize, Urfa, Malatya, Erzincan ve daha pek çok şehirdeki kitabevlerinden, kitap-kafelerden ulaşabileceksiniz.



Derginin içeriği şöyle:

Tuti’nin 9. sayısı Mehmet Selim Özban’ın “Takdim ya da İz Sürücünün Yazar Olarak Anatomisi yahut Hakikat Kuramına Giriş Dersleri I” başlıklı yazısıyla başlıyor.

Hayalle hakikatin alabildiğine birbiri içinde yaşadığı Tuti’nin klasiği kurgu röportajlarda, Hayali Kafe’de Nilgün Marmara’ya konuk oluyoruz. Mehmet Selim Özban’ın yaptığı röportajda, Nilgün Marmara tüm halleriyle, kederi, üzüntüsü, neşesi, karamsarlığı, umudu, heyecanı ve kelimeleriyle kanlı canlı karşımızda duruyor, bize el sallıyor.

Nilgün Marmara’nın üç şiiriyle devam ediyoruz. Bu sayının şairleri; Erdal Çakır, Mehmet Selim Özban, Ahmet Kutlay, Emrah Tunç, Mert Çağrı Gazioğlu, Babür Turna, Tuğrulhan Peksert, Mehmet Aycı, Berat Bıyıklı, İbrahim Gürses, Samet Altıntaş, Nuri Cihan Taşan ve Ayhan Fazlı.

Bu sayıda hikayeleriyle Emrah Tunç, Selçuk Azmanoğlu, Onur Aydın, Merve Tokgöz, Ehet Seli, Seyyed Mehdi Modirvaghefi, Okan Cem Çırakoğlu ve Latif Demirbek aramızda.

Tuti iki kitap tefrikasıyla  devam ediyor; Zeki Bulduk’un yakında yayımlanacak olan yeni kitabı “Saklı Öyküler”den yedi küçük bölüm ve Emrah Tunç’un Ağlak Adam isimli romanından üç bölümü okuyucularımızla paylaşıyoruz.

Çeviri Dosyası’nda Farsça, Arapça ve İngilizceden çeviriler okuyucuyu dünya edebiyatında küçük bir gezintiye çıkarıyor; Abbas Marufi’den Ferhad’ın Cenazesi (roman tefrikası), Cynthia Ozick’ten Şal (hikaye), Feriba Vefi’den Toprak Yol (hikaye), Italo Calvino’dan Yazmak Üzerine (röportaj), Mahmud Derviş’den Diğerlerini Düşün (şiir), Michael Frayn’den Kopenhag (oyun), Rıza Berahani’den Kadim Geceden Mesaj (şiir) çevirileri ilgiyle okunacak yazılar.

Sinema Dosyası, Emine Bahşi’nin “Savaş Filmleri Üzerine Bir Dosya”, Nermin Yazıcı’nın “Yüreğine Sor Filmine Zeyl”, Hakan Bilge’nin “Ağır Roman Üzerine” ve “Latif Demirbek’in Sinema Notları I” isimli yazılarıyla Türkiye ve dünya sinemasından pek çok film ve yönetmene dair zengin bir içerik sunuyor.

Tiyatro bölümünde Tatsumi Hijikata’nın “İnsan, Bir Kez Ölü, Yeniden Diriliyor” başlıklı Japon dansını ve özelde botu’yu konu eden yazısı Bora Boşna çevirisiyle yayımlanıyor.

Karalamalar ve Unutmamalar Defteri ile Mektuplar isimli bölümler dergi yazarlarının (Emrah Tunç, Deniz Depe, Mehmet Selim Özban) okuyucuya kendilerini açtığı, kendilerini olduğu gibi sunduğu iki bölüm olarak karşımıza çıkıyor ve onların Tuti’nin çıkmadığı dönemdeki -üç yıl boyunca- yazışmalarından, iç dökümlerinden oluşuyor.

Emrah Tunç, hikayeleri ve mektuplarındaki özgün üslubuyla Amaçsız Yazılar ve Fotoğraf Yazıları’na devam ediyor. Bu sayıda “Sürçmek Nedir Bidanem”, “Homo Ludens”, “Ah Benim Bu”, “Sürekli Görünür Kılınır Yazılır” ve “Kentin Orta Yerinde İkinci Bir An” okuyucuların karşısında.

Rıfkı dingin, Dipnotlar’da Voksne Mennesker ve Tutunamayanlar benzerliğine dikkati çekerken, M. Fatih Köksal’ın ortaya çıkardığı yeni bir Yunus Emre Divanı ve daha önce neşredilmemiş Yunus şiirlerini haber veriyor. Yunus Emre şiirlerinden küçük alıntılar da  yazının sonunda bulunuyor.

Mehmet Selim Özban, Dergiler bölümünde Post-Öykü’yü anlatırken, Alıntılar’da ise son dönemde edebiyat dergilerinde (Dergah, Edep, Hece, İtibar, Japonya Şiir, Kıraat, Mağaradakiler, Peyniraltı Edebiyatı, Sincan İstasyonu, Türk Dili,Varlık ve Yedi İklim) yayımlanan şiirlerden seçtiği dizeleri okuyucuyla paylaşıyor.

Derginin son bölümü olan Şarkılar’da İranlı sanatçı Farhad Mehrad’ın Koodakhane şarkısının sözlerinin çevirisi yer alıyor. Okuyucular Tuti’nin blogundan (tutiedebiyat.blogspot.com)  şarkıyı dinleyebilirler.

İyi okumalar…

Not 1: Tuti Dergisi'yle ilgili her türlü bilgi almak, yazı göndermek için tutiedebiyat@gmail.com adresine yazabilirsiniz. Ayrıca tutiedebiyat.blogspot.com, facebook/tuti.edebiyat.com, twitter/tutiedebiyat adreslerinden dergiyle ilgili haber alabilirsiniz.

Not 2: Tuti'ye abone olmak için tutiedebiyat@gmail.com adresine adınızı ve adresinizi yollayabilirsiniz. Yıllık abonelik ücreti (kargo) dahil bireysel 40 TL, kurumsal 80 TL'dir. Ödemeleri PTT'den posta çeki yoluyla ( Mehmet Selim Özban, Posta Çeki Hesabı No: 6208396) yapabilirsiniz. 



25 Mart 2015 Çarşamba

Buluşma

Tûtî, Nisan ayında 9. sayısıyla yayın hayatına kaldığı yerden devam ediyor. Tûtî yazarlarını, okurlarını; Tûtî dostlarını Cuma günü (27 Mart) saat 16.00'da buluşmaya, sanata - edebiyata - hayata dair konuşmaya, çay - sigara içmeye bekliyoruz. Eskiden olduğu gibi Kızılay'da Turhan Kitabevi önünde buluşulup toplantı mekanına geçilecektir. Esenlikle...  
 


5 Mart 2015 Perşembe

İYİ GECELER

Güneş Altında Çile kitabından
Rıza Beraheni  /  Çeviri: Ayhan Fazlı

Köprü altında kedinin gözleri
Arkta, yağmurda
Bu an yere düşen ışıklı iri sigara izmariti gibi parlaktı
Yankısı yağmura bir avize gibiydi, gece ışıklandırılmıştı sanki
Son bahar gecesinde soğuk-nemli çizgilerle süslendirilmiş tavan altında
İki beyaz ekmek gibi
Ellerimizin sıcaklığını kendi aramızda paylaşırdık, Gizlice
İki asker arasında, iki kaybolmuş kardeş arasında, iki avare arasında
Miskinlerin havalarında gece, duvarın deliğinden kuşların ayak sesi duyulacak kadar sakindi
Yüreklerimizin atışı gibi
Birbiriyle ayarlanmış iki saatin akrebi gibi
Yağmur ardından ay parlayınca
Yüce yuvarlak ay ışıklı bulutun parmaklıkları yanından
“iyi geceler” söylemen hafif
Yonca kutsal dağ kavaklarına adını fısıldaması kadar

ertesi an
Cırcır böceklerinin yas anları
Ay arkamda menzilse önümde
Ben; çekici bir zikir vecdinde bir sufi
Tam o anda
Köprü altında kedinin gözleri gece nehrinde, saklanır

3 Mart 2015 Salı

Fragmanlar 9.9.1: Savaş Filmleri Üzerine Bir Dosya - Emine Bahşi

Endişelenmeyi Bırakıp Bombaları Sevmeyi Nasıl Öğrendim?*

Çetin çarpışmalar, savaşın insanlık dışı görüntüsü, yüksek tondaki müziğin film karesinin her anını kahramansı propagan­dalarla illüstre edişi, “war is a hell-savaş bir cehennemdir” imgeleri, kaçış, fedakârlık ve anlamsız çabalar... Tüm bu temaların tasvir edildiği (conflict at the war-front) savaşın sıcak sahnelerinin yanı sıra (home­front) savaşın arka planındaki psikolojik boyut savaş filmlerinin ele aldığı en önemli kısımdır. Bıyıkları daha yeni terleyen gençlerin acemice tuttuğu silah, bireysel sorgulayışlar, bir askerin mikro-kozmik planda evrenin bir noktasında bir anlık durup alnına sıçramış kanları silişi, barbar seslerden bir anlığına soyutlanıp kafasını kaldırışı ve güneşe karşı gözlerini kısışı... Plot senaryonun işte tam bu noktasında (anti-war) savaş karşıtı filmler kameranın odak noktası olan karakter üzerinden tüm politik söylemlerin tıkandığı anı resmeder.

Tarihsel bir perspektiften kapitalizme doğru akan süreçte Hollywood tarihini gözlemlediğimiz vakit (pro-war) savaş yanlısı filmlerin yoğun olduğunu görüyo-ruz. 1998 yapımı Er Ryan’ı Kurtarmak (Saving Private Ryan) filmi bunun tipik bir örneği. Ryan adlı karakterin Amerikan bayrağı altındaki görüntüsüyle başlayan film “flashback” tekniğiyle savaş sahnelerine geri dönüp çetin sahneleri realistik betimle­melerle süslüyor. Ölen askerlerden birinin annesine gönderilen mektupta “böyle­sine kahraman bir evlat yetiştirdiğiniz için gurur duymalısınız” sözleriyle, uydurulan masalların her dilde aynı olduğu görülüyor. Spot ışıklar Abraham Lincoln’un sözünün yazılı olduğu ironik bir yazıya ışıklarını yakıyor: “Zulme ve adaletsizliğe son ver­mek için savaşan kahramanlara ithafen...”

Gökyüzünde dalgalanan bayrak sahnesiyle başlayan film, arka planda Ryan’ın kabarık göğsü ve “heroic” kahramansı bir müzik eşliğinde yine aynı sahneyle bitiriliyor.

...

*[Savaş Fimleri Üzerine Bir Dosya, Emine Bahşi, Tuti, 9. Sayı, Mart-Nisan-Mayıs 2015, s.134-140]

Fragmanlar 9.9: Sinema Dosyası


2 Mart 2015 Pazartesi

Fragmanlar 9.8.3: Kurnun Sanatı, Calvino'yla Röportaj - William Weawer


KURGU’NUN SANATI*

William Weaver:
Eğer varsa, deliryumun çalışma hayatınızdaki yeri nedir?

Italo Calvino:
Deliryum?.. Cevapladığımı varsayalım, daima rasyonelim. Ne söylersem söyleyeyim ya da ne yazarsam yazayım, her şey bir nedene, açıklığa ve mantığa tabidir. Benim için ne düşünürdünüz ? Bir tür paranoya, kendime geldiği zaman benim bütünüyle kör olduğumu düşünecektiniz. Diğer yandan eğer cevap vermek zorunda kalsaydım, evet gerçekten de­lirium durumundayım(?) Daima bir trans halindeymiş gibi yazarım, böylesi çılgın şeyleri nasıl yazdığımı bilmiyorum, benim pek güvenilir olmayan bir karakteri oynayan bir sahtekar olduğumu düşünürdünüz. Belkide başlamamız gereken soru; yazdığım şeye benim ne(yi)mi yerleştirdiğimdir.

Cevabım: nedenimi, arzumu, üslubumu, ait olduğum kültürü... fakat aynı zamanda, kontrol edemiyorum, öyle diyelim mi, nevrozumu veya deliryumum olarak adlandırabileceğimiz durumumu da yerleştiriyorum.

William Weaver:
Rüyalarınızın doğası ne? Freud’dan ziyade Jung ile mi ilgileniyorsunuz?

Italo Calvino:
Bir defasında Freud’un Rüyaların Yorumu’nu okuduktan sonra yatağa girdim. Rüya gördüm. Ertesi sabah rüyamı mükemmel bir şekilde hatırlayabiliyordum, böylece rüyama Freud’un yöntemini uygulayabildim ve en son detayına kadar açıkladım. O an benim için yeni bir dönemin başlamak üzere olduğunu düşündüm; bu andan itibaren benim rüyalarım artık benden hiçbir sır saklamayacaktı. Ama böyle olmadı. Bu, Freud’un bilinçaltımın karanlığını aydınlattığı tek zamandı. O zamandan beri, daha önce yaptığım gibi rüya görmeye devam ettim. Fakat onları unuttum veya onları hatırlayabilsem bile onlar hakkında ilk ele gelenleri bile anlamıyorum. Rüyalarımın doğasını açıklamak, Freudcu analizciyi Jungcu analizciden daha fazla tatmin etmeyecekti. Freud’u okurum çünkü onu mükemmel bir yazar, polisiye hikâyelerin büyük bir tutku ile takip edilebilecek yazarı olarak görüyorum. Semboller ve mitler gibi, bir yazar açısından büyük merak uyandıran şeylerle ilgilenen Jung’u da oku­rum. Jung, Freud kadar iyi bir yazar değil. Fakat ne olursa olsun ikisine de meraklıyım.



*[Kurgu’nun Sanatı - Calvino’yla Röportaj, William Weawer, Çeviri: Ahmet İlyas, Tûtî, 9. Sayı, Mart-Nisan-Mayıs 2015, s.92-97]

______________

Italo Calvino Genç yaşta Küba’dan İtalya’ya göç etti. II. Dünya Savaşı sonrası İtalyan kültürünün en önemli adlarından biri oldu. Kur­maca yazarlığının yanı sıra, İtalya Komünist Parti üyeliği ve Einaudi Yayınevi’ndeki görevleriyle de tanındı. 1960 yılında yayınlanan I Nostri Antenati (Atalarımız) isimli kitabında yer alan fantastik hikâyeleriyle uluslararası bir üne ulaştı. Bilinç akımı yöntemiyle yazdığı ve evrenle insanların yaratılışını konu alan Kozmokomik Öyküler’den Marko Polo-Kubilay Han ilişkisi çerçevesinde arzu, bellek, yaşam, ölüm gibi temaları büyük bir incelik ve şiirsellikle işlediği “Görünmez Kentler”e; yazma ve okuma etkinliğini, okurun anlatı sanatıyla karmaşık ilişkisini ele aldığı “Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu”dan, İtalyan masallarını derlediği ve kendisi açısından bir tür anlatıda ekonomiklik alıştırması olan “Fiabe Italiane”ye (İtalyan Masalları) birçok eseri içeren yazarlık yaşamının son ürünü “Amerika Dersleri”dir. 19 Eylül 1985’te geçirdiği beyin kanaması sonucu İtalya’da Siena’da hayatını kaybetti.

Fragmanlar 9.8.2: Şal - Cynthia Ozick


…*

Stella çok üşüyordu. Soğuk. Çok Soğuktu. Yolda beraber yürüyüşleri, Rosa ile Magda’nın ağrılı göğüslerine kıvrılışı, Magda’nın şala sarılışı…

Kimi zaman Magda’yı Stella taşıdı. Belli ki Magda’yı kıskanıyordu… On dört yaşında zayıf bir kız, çok küçük, zayıf göğsüyle Stella şalın içine bu kez kendisi dolanmak istedi. Gizli saklı. Uykulu. Askerlerin yürüyüş seslerinden sarsılmış vaziyetteydi. Bir bebek, kucakta yumru gibi bir bebek… Magda Rosa’nın meme ucunu tuttu. Rosa yürümeye hiç ara vermedi, tıpkı yürüyen bir beşik gibiydi. Yeterince süt yoktu. Magda kimi zaman havayı emer; daha sonra ise çığlık atardı... Stella kurt gibi acıkmıştı. Kolları incecik, bacakları tavuklarınki gibi sıskaydı.

Rosa açlık duymuyor, kendini hafif hissediyordu. Sanki yürüyen biri değil de, bayılmak üzere, etrafından soyutlanmış vaziyetteydi. Her şeyi gören, farkında olan, süzülen ama oraya buraya, yere hiç değmeyen bir melekti sanki o. Parmak uçlarında sekiyor gibiydi. Şalı azıcık aralayıp Magda’nın yüzüne baktı. Yuvasındaki bir sincap gibiydi: Güvendeydi ve şalın kıvrımlarından oluşan bu evin içine hiç kimse ulaşamazdı. Yüzü yusyuvarlaktı. Sanki bir yüzün cep aynasında yansımış haliydi; fakat bu Rosa’nın soğuk ve kasvetli ifadesine benzemeyen bir yüzdü. Gökyüzü gibi mavi gözler ve Rosa’nın ceketine dikilmiş yıldız kadar sarı saçlar... Gerçekten de onların bebeklerinden biri olduğunu düşünebilirdiniz.

Rosa, Magda’yı köylerden birine vermeyi düşündü. Bir dakikalığına sıradan çıkıp Magda’yı yolun kenarındaki kadınlardan birine verebilirdi. Ama sıradan ayrılırsa onu vurabilirlerdi. Sıradan ayrılabilip şalın içindeki bebeğini bir kadına uzatsa bebeği kabul ederler miydi? Belki şaşırır ya da korkup şalı düşürebilir ve Magda kafasını yere çarpıp darbenin etkisiyle orada ölebilirdi. Küçük yuvarlak kafa. Ne kadar iyi bir çocuktu, artık çığlık atmıyor, sadece kurumuş göğsün tadı için emmeye devam ediyordu. Küçük ellerin büyük kavrayışı... Alttan çıkmış minik bir diş parıldayarak mermer bir mezar taşı gibi duruyordu ağzının içinde. Hiç şikâyet etmeden Magda Rosa’nın göğüslerini bıraktı. Önce sol sonra sağ tarafı deneyip tek bir damla bile süt alamayınca vazgeçti. Çatlak oyuk, sönmüş bir volkan, kör bir göz, soğuk bir delik... Magda bunun üzerinde şalın köşesini ağzına alıp onu emmeye başladı. Emdi ve emdi, iplikleri sırılsıklam yapana kadar. Şalın tadı güzeldi, ipliklerin sütünü emiyordu sanki.


*[Şal, Cynthia Ozick, Çeviri: Emine Bahşi, Tûtî, 9. Sayı, Mart-Nisan-Mayıs 2015, s.85-89]

_________________

Cynthia Ozick 1928, New York doğumlu roman, kısa hikâye ve deneme yazarı olan Ozick Amerikalı bir Yahudi­dir. Ozick’in kurgusal metinleri ve den­emeleri çoğunlukla Yahudi-Amerikan yaşamı hakkında olmakla birlikte, o edebiyat eleştirisi, politika, tarih, kültür alanlarını kapsayan geniş bir konu yel­pazesine sahiptir. Ayrıca şiir yazan ve şiir çevirileri de bulunan Ozick’in altı romanı (Trust-1966, The Cannibal Galaxy-1983, The Messiah of Stockholm-1987, The Puttermesser Papers-1997, Heir to the Glimmering World-2004, Foreign Bodies-2010) ve altı kısa hikâye kitabının (The Pagan Rabbi and Other Stories 1971, Bloodshed and Three Novellas-1976, Levitation: Five Fictions-1982, Envy or Yiddish in America-1969, The Shawl-1989, Dictation: A Quartet-2008) yanı sıra yedi kitaptan oluşan denemeleri (All the World Wants the Jews Dead-1974, Art and Ardor-1983, Metaphor & Memory-1989, What Henry James Knew and Other Essays on Writ­ers-1993, Fame & Folly: Essays-1996, Quarrel & Quandary-2000, The Din in the Head: Essays-2006) ve bir de tiyatro oyunu (Blue Light-1994) vardır.